Tehlikeli Estetik
%15indirim
170,00 TL
144,50 TL
19,27 TL den başlayan taksitlerle!!
“Yaşamak”la “yazmak” arasında “hesap görmek” kabilinden bir ilişki vardır. İnsanoğlunun yazı ile ilişkisi unutmamak ısrarı üzerine kuruludur; hâlbuki bizi idare eden unutmak arzumuzdur. Çünkü insan, yazarak zaman selinin önünden “kendini kurtardığını” zanneder. Oysa yazmak bir yanıyla daima unutarak ve kavrayarak arınmaktır. Ne yazarsak yazalım, yazı bizim bedenimiz, yazı bizim rüyamız, yazı bizim formumuz ve içeriğimizdir. Peş peşe sıraladığım ifadelerin aslında üslubu tarif ettiğinin elbette farkındayım. Ama sonuçta yazı zihnimizin stili değil midir?
Elinizdeki kitabı teşkil eden yazılar, genel bir alışkanlığın göstergesidir. Her akademisyen, çalışma hayatının bir noktasında geride bıraktığı yazılarını toplayıp kitap halinde neşreder ya da neşretmek ister. Çünkü yazılarımız, kendi tarihi şartları çerçevesinde, bize, bizim kültürel ve fiziki coğrafyamıza ve elbette psiko-sosyal dünyamıza dairdir. Hayır! Dâhildir demek yanlış; doğrusu, yazılarımızın bizim kaybolmuş bedenimiz olduğu gerçeğidir. Bir kısmı doksanlı yıllara, bir kısmı da yakın zamanlara ait olan -yayın tarihi itibariyle elbet- bu yazılar, demek ki, kullandığımız metaforlar hatırlanacak olursa, benim ve kültürel coğrafyamın bedenidir. Kitapta bulunan Mehmet Akif, Yahya Kemal’, Oğuz Atay’, İsmet Özel ve benzeri isimlere; doğu-batı, modernizm-gelenek, köylülük-şehirlilik gibi bazı meselelere ilişkin yazılar, başkalarının tecrübelerini anlama çabasının ürünleridir. Şahsi tecrübelerimize eklediğimiz başkalarının tecrübeleri bizi zenginleştiren malzemeler olarak çoğu zaman devrin ruhuna göre form değiştirirken, her nesil kendi romanını, her insan da kendi romanını yazar. Bir aynaya benzeyen zihnimin kaynakları olarak elinizdeki kitabı teşkil eden yazılar, kendi olma kavgasında yorulup artık sakinleşmiş bir öznenin, büyük kısmı itibariyle, ilk tecrübeleridir. Kısacası, yazan-insan içine doğduğu coğrafyanın psiko-linguistik temsili ise, yazdıkları da o coğrafyanın ifşasıdır.
Elinizdeki kitabı teşkil eden yazılar, genel bir alışkanlığın göstergesidir. Her akademisyen, çalışma hayatının bir noktasında geride bıraktığı yazılarını toplayıp kitap halinde neşreder ya da neşretmek ister. Çünkü yazılarımız, kendi tarihi şartları çerçevesinde, bize, bizim kültürel ve fiziki coğrafyamıza ve elbette psiko-sosyal dünyamıza dairdir. Hayır! Dâhildir demek yanlış; doğrusu, yazılarımızın bizim kaybolmuş bedenimiz olduğu gerçeğidir. Bir kısmı doksanlı yıllara, bir kısmı da yakın zamanlara ait olan -yayın tarihi itibariyle elbet- bu yazılar, demek ki, kullandığımız metaforlar hatırlanacak olursa, benim ve kültürel coğrafyamın bedenidir. Kitapta bulunan Mehmet Akif, Yahya Kemal’, Oğuz Atay’, İsmet Özel ve benzeri isimlere; doğu-batı, modernizm-gelenek, köylülük-şehirlilik gibi bazı meselelere ilişkin yazılar, başkalarının tecrübelerini anlama çabasının ürünleridir. Şahsi tecrübelerimize eklediğimiz başkalarının tecrübeleri bizi zenginleştiren malzemeler olarak çoğu zaman devrin ruhuna göre form değiştirirken, her nesil kendi romanını, her insan da kendi romanını yazar. Bir aynaya benzeyen zihnimin kaynakları olarak elinizdeki kitabı teşkil eden yazılar, kendi olma kavgasında yorulup artık sakinleşmiş bir öznenin, büyük kısmı itibariyle, ilk tecrübeleridir. Kısacası, yazan-insan içine doğduğu coğrafyanın psiko-linguistik temsili ise, yazdıkları da o coğrafyanın ifşasıdır.
Bu ürüne ilk yorumu siz yapın!